Menü Kapat

Ruhunun Şarkısı

Günbatımı gökyüzünü canlı turuncular, tatlı pembeler, izledikçe seni olduğun yerden alıp başka diyarlara götüren morlarla donattığında bütün günü sahilde geçiren tatilciler çoktan otellerine ve evlerine dönmüştü. Yorgun kumlar; akşam balıkçılarını, günbatımı seyircilerini ve sahilin en ucunda bir evlilik teklifi için hazırlanan organizasyon ekibini misafir ediyordu. Sahilin yukarısındaki yolda bir bankın üzerinde oturan genç kadın, elinde bir şeyler yazılı olan kağıdı rulo halinde katladı. Çantasının üzerinde duran kısa kırmızı ip ile ortasından bağladı. Biraz önce bankın üzerine dik bir şekilde bıraktığı renksiz cam şişenin içine yerleştirdi. Çantasından küçük bir mantar tıpa çıkardı ve bununla şişenin ağzını tıkadı.

Banktan kalkıp hemen yanındaki merdivenlerden sahile indi. Üzerinde meyveler ve artık yanmaya başlamış mumlar olan masanın yanından geçip sahilin sonuna doğru ilerledi. Kayalıkların üzerine çıkmıştı şimdi. Bir yanında biraz önce yürüdüğü sakin sahil diğer yanında ise kayalıklara vuran deli deli dalgalar vardı. Rüzgar saçlarını gözlerinin önüne uçurup etrafı görmesini zorlaştırırken şişeyi olanca gücüyle dalgaların ortasına doğru fırlattı.

Bir dilekti bu… Hayır, hayır, bir soru… Ya da bir özlem belki de! Olmak istediği ama olamadığını sandığı bir şeye… Veya olduğunu bildiği ama yaşayamadığını düşündüğü bir şeye… 

Geri dönüş yolunda boş şezlonglar, kapanmış şemsiyeler, pırıl pırıl bir deniz ve kendini akşamın koyu mavisine teslim etmekte olan gökyüzü vardı. Dalgalar usul usul ayaklarını okşarken kendini uzaklardan yükselen müziğin ritmine bıraktı. Bir tekne sallanıyordu hafif hafif denizin üzerinde, o da kendini müziğe bırakmıştı sanki. Bir dalga ve bir dalga daha, sonra birden ayaklarının üzerine sert bir şey geldi suyla birlikte. İrkildi! Hemen geriye, kumların üzerine çekildi. Aynı onun fırlattığı gibi renksiz cam bir şişe duruyordu suyun içinde. Dalgaların hareketiyle bir oraya bir buraya savruluyordu.

Etrafına bakındı, organizasyon ekibi sahilin diğer ucunda kalmıştı. Ona en yakın kişiler ise en az elli metre ötesinde oltalarını ayarlayan balıkçılar ve yukarıdaki yolda yürüyen dört kişilik çocuklu bir aileydi. Ağzı mantar tıpa ile kapatılmış şişeyi aldı, içinde rulo yapılmış bir kağıt vardı. Kağıt zümrüt yeşili bir iple bağlanmıştı. En yakındaki şezlongun üzerine oturdu. Tıpayı çekti. Şişeyi ters çevirdi, kağıt kucağına düştü. İpi çözdü ve heyecanla kağıdın içinde bir şeyler yazılı olduğunu gördü. Yazının sonuna küçük bir çiçek ve bir de kalp çizilmişti.

“Ruhunun söylemek istediği bir şarkı var. Bu şarkı daha önce hiç söylenmedi ve onu yalnızca sen söyleyebilirsin. 

Şimdi cevaplaman gereken soru şu; bu şarkıyı söyleyecek misin yoksa zaten söylenmiş şarkıları mı tekrar edeceksin? 

Nasıl söyleyeceğim ki diyorsa kafandaki endişeler merak etme, şarkıyı sen yazmıştın zaten. 

Sen yalnızca soruya cevap ver ve cevabın evetse, bırak gitsin aslında sen olmayan her şey. 

Gitsinler ki sen şarkını hatırla. 

Her gün biraz biraz, her gün yeni bir notapastedGraphic.pngpastedGraphic_1.png

Bir kabüldü bu… Hayır, hayır, bir cevap… Ya da bir kavuşma belki de! Hep olduğu ama bazen olduğunu unuttuğu bir şeye… Veya hep yaşadığı ama farkına her dakika varamadığı bir şeye…

 

Sevgiler,

Cansu

Yaşamsuyu Bülten’e katılmak için tıkla!

1 Comment

  1. kgd

    İnsan kimce sormalı ki avcunda sımsıkı tuttuğu, bir damlasını hiç bulamamiş, koskoca mavinin kenarındaki simsiyah gözyaşının bencesini ? Hangi şarkıda nasılca olmalı ki hiç duymadığı kadar şaşkın, ilk defa yüzleşmiş kadar tedirgin, asla duymak istemediği kadar çığlık çığlığa ve yeniden yenilmiş kadar tutsak kalmış olmalı? Hiç nota bilmediği,asla hatırlamak için unutmadığı ve duyuramadiğı kendisi kadar olmayışına?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir